Eskiden bayramlar güzeldi.
Çünkü ben çocuktum.
Hiçbir şeyin farkında değildim, zaten umurumda da değildi, büyüklerin elini öptüğümüzde verilen kırmızı keselerin içinden çıkacak liraların kaç tane olacağı dünya savaşının çıkmasından çok daha önemliydi benim için.
Dut ağacının dibinde oturur paralarımı sayardım.
Verilecek çok ciddi ekonomi kararlarım olurdu, o paralarla kaç misket almalıyım, kaç çikolata, köşkün önünden akşamüstü fırından yeni çıkmış kekler, açmalar, çörekler, halkalar, bezeler satarak geçecek atlı arabalı “pastaneden” kaç açma, kaç çörek alabilirim, resimli romanlara kaç para ayırmalıyım, bu parayla bir futbol topu alabilir miyim...
Zor ama zevkli kararlardı.
O zamandan bu zamana hayat çok değişti ama bayramlar eskisi kadar güzel değil.
Çünkü ben büyüdüm.
Büyümekle kalmadım bir de yaşlandım.
Şimdi her şeyin farkındayım.
Bir de bayramda yazı yazıyorum.
Yandık yani...
Her şeyin farkında olan bir adamın bu ülkede bayramda yazı yazması, bir cenaze törenine palyaço kıyafetiyle katılmak gibi bir şey.
Yazı yazmasan, dertlere kapılarını kapatır, “zihnine bir bayram tatili” yaptırırsın, “bayram bitince düşünürüz” dersin ama yazı yazarken bunu söyleyemiyorsun.
Hele üstüne üstlük bir de gazete yönetiminde çalışıyorsan ve haberler başından aşağıya boca ediliyorsa, bayramın sevinciyle hayatın gerçekleri arasında eziliyorsun.